Defne Seidel- Buse Malkoc Röportaji
Defne Seidel-Buse Malkoc Röportaji
Kaynak: Aynalar Ülkesi
Berlin’de yaşayan Türk yazar Defne Seidel
Türkiye’nin kültürünü Almanlara tanıtıp hem bu iki kültürü de harmanlayarak
kitaplarına yansıtmıştır. Memleketinden bu denli uzaktayken bile Türkçe’sini
koruyan, kendi kültürünü koruyan, kitaplarında iki şehrin de aşkından uzun uzun
bahseden Defne Seidel’i onun bu vatana verdiği değer kadar bizim de ona değer
vermemiz gerekir. Kimdir Defne Seidel, neden gitmiş Almanya’ya farkları neler,
neden yazarlığı seçmiştir ve birçok soruyla güzel yazarı tanıma fırsatına erişeceğiz.
-Başlayalım o halde, Defne Seidel, öncelikle
adınızdan söz eder misiniz? Çok dikkat çekici bir adınız var.
+Teşekkür ederim, umarım bu adın mahlas
olduğunu bilmek okurlarım arasında hayal kırıklığına sebep olmaz. Adımın bir
hikayesi var gerçekten. Hatta Defne yazılmamış bir romanın kahramanıdır. Bir
yaz günüydü. Birden ilham geliverdi ve bilgisayarımı açıp çabucak bir kaç satır
karalayıverdim. Kimliği ona ağır gelen bir kızdı kahramanım. Yeni bir başlangıç
yapacaktı ve işe kendine yeni bir isim bulmakla başlamaya karar vermişti. Defne
ve Seidel kelimelerine tek tek ulaşıp bir araya getirdi. Defne adı Türkçe ve
Yunanca’da barışı simgeleyen defne ağacından gelir, Seidel ise Almanca’da
“siedeln” kelimesinden türeyen, bir yerden bir yere göç etmek, yerleşmek
manasına gelen bir soyismidir. Sonradan Türkiye’de ilk kitabım yayınlanacağı
zaman mahlas kullanmaya karar verdiğimde o hikayeden bu adı öylece alıverdim.
Hikayedeki kıza da başka bir isim buldum.
O roman fikrine ne oldu derseniz, muhteşem bir
hikayeye dönüştüğünü söyleyebilirim. Hatta daha sonradan bambaşka bir roman
taslağına eklendi. Kimbilir bir gün okunmaya hazır hale gelir.
Her şey bir yana bu adı, göçmen bir kökenli
yazar olarak kendime yakıştırdım ve benimsedim.
-Yazarlığa ne zamanları başladınız, bu
tutkunuzu keşfetmek nasıl oldu? Türünü keşfetmek yazarlar için zorlayıcı bir
süreçtir siz de zorlandınız mı?
+Biraz beylik bir cevap olacak ama lise
çağımda günlük yazardım, çok acemice şiir denemelerim de oldu, hatta bir
şiirimi kendi kitabımda isimsiz olarak hikaye içerisinde kullandım, bana anısı
kaldı. Uzun zaman günlük yazmaya devam ettim, bir dönem blog da yazdım. Bütün
bunlar yazma alıştırmaları niteliğindeydi. Özellikle Almanca yazdığım kimi blog
yazılarıma okuyuculardan ilginç geri dönüşler almam yazdıklarımı önemsemem
gerektiğini bana öğretti. Yazdıklarımla başkalarının hayatlarına
dokunabileceğimi gördüm.
Sonra artık gerçekten bir yazar olmaya heves
duydum. Uzun zaman sokaklarda avare dolaşıp düşüncelere dalmışlığım olmuştur
(burda abartı var). Ne yazacağım, nasıl yazacağım, roman nasıl yazılır? Bütün
bunları düşünerek geçen zamanda günlük yazmaktan bir adım öteye geçip sıradan
hayatımda olan biten ufak tefek, ama dikkatimi çeken, etkilendiğim olayların,
gözlemlerimin üzerine kısa notlar, deneme yazıları yazmaya başladım. Bunlar
uzun yıllar bilgisayarımda saklı kaldı, yıllar sonra ise Yasemin Sokağı
kitabımda kullandım gerçekten. Üstelik Yasemin Sokağı yazdığım dördüncü roman.
Bunlar tek tek ilginç hikayelerdi. Göçmen olmak ve değişik ülkelerden göç etmiş
insanlarla vakit geçirmek bana farklı bir pencere açmıştı yıllar içerisinde.
Anlatacak çok şey vardı. Yazmak gereği duydum. Bir ihtiyaç sanki yazmak benim
için. Her şeyden önce fazla düşünen, kafasında çok şey kurup duran biri için en
azından düşünme yetisini verimli bir şekilde kullanabileceği kendiliğinden
oluşan bir mecra.
- Yasemin Sokağı adlı kitabınızda Türkan’ın
tuttuğu hatıra defteri gibi bir defteriniz var mıdır? Bu çok özel bir şey, elle
yazılan çiçeklerle süslenen bir defter, her yazarda böyle anılar olduğuna
inanıyorum, sizin düşünceleriniz nedir?
+O benim annemin gençliğinde tutmuş olduğu
hatıra defteriydi ve abartısız bir otuz yıldır bendedir. Şiirleri oradan aldım,
hiç değiştirmeden. Mutfağımda rafların birinde yemek kitapları ve çay
kutularının arasında dururdu. Ara ara açıp bakar, sayfaları çevirir, şiirleri
okur, fotoğrafları incelerdim. Yasemin Sokağı için hazırlık yaparken bu hatıra
defterini kuşaklar arasında bir köprü olarak kullanmaya karar verdim. Biraz da
hikayeye nostaljik bir öğe katsın istedim.
-Kitaplarınızın kurgusunu nasıl
belirliyorsunuz, aklınıza birden mi geliyor? İsimleri seçmek nasıl oluyor?
+İlk romanın sıkıntısı, ilk defa yazmaya
başlamak bambaşka bir deneyim. Fakat şu anda biraz tecrübe edinmiş bir yazar
olarak daha başka bir boyuttayım. Bir roman öncesinde elime ne geçerse okuduğum
bir dönem olur, bana ilham verecek insanlarla sohbet ederim, objeler
biriktiririm (hatıra defteri gibi); kimi alakasız konular kafama takılır,
araştırmaya başladığım bir döneme geçerim, sonra sonra yavaş yavaş zihnimde bir
roman taslağı beliriverir. Bazen bu süreçte notlar aldığım olur, bazen kafamın
içinde biriktiririm hepsini. Sonra kendimi hazır hissettiğimde yazmaya
başlarım.
Kitabın ismi bu süreçte kendiliğinden gelir.
Başta dosyama verdiğim bir ad olur, bu çoğunlukla ana karakterimin ismidir.
Sonra roman ilerlerken daha uygun düşecek bir isim bulursam değiştiririm.
-En merak edilen sorulardan biri de,
Almanya’ya ne zaman ve neden gittiğinizdir? Orada yaşamaktan mutlu musunuz?
+Ben 1960’lı yılların sonunda Almanya’ya göçen
bir işçi ailesi çocuğuyum. Ailem Almanya’da iken ben Türkiye’de babaannemin
yanına bırakıldım. Eğitim hayatım Türkiye’de geçti. Bunun için minnettarım,
çünkü bu sayede Türkçe’ye ve Türk kültürüne hakimiyetim mümkün oldu. Almanya’ya
21 yaşında geldim. Buradaki çok kültürlülüğü seviyorum. Türkiye’de biriyle
tanıştığınız zaman sorulması adetten olan “Nerelisin?” sorusu beni hep üzer.
Yüzyıllar boyu birarada yaşamış olan farklı kökenli insanlar, aynı bayrak
altında yaşarken aynı dili konuşurken doğum yeri nedeniyle ayrımcılığa uğraması
bana haksızlık olarak gelir. Oysa Almanya’da sokakta dünyanın her yanından
gelip bu ülkeye göç eden insanlarla birlikte yaşıyor, beraber bir varolma mücadelesi
veriyoruz. Onları tanımak güzel. Değişik kültürler, gelenekler, yemek
alışkanlıkları hep ilgimi çekmiştir.
-Türkiye ve Almanya arsasındaki kültürel
farklardan bizlere söz eder misiniz?
+Çok sevdiğim Alman arkadaşlarım var ve bana
çok şey kattılar. Ben onları oldukları gibi kabul ettim ve tanımaya, anlamaya
çalıştım. Onlar da beni olduğum gibi kabul ettiler. Farklılıklarımıza hep
saygılı olduk. Genelleme yapamam ama kültür farklılıkları var. Bu kesin. Ama en
bariz özellikleri kuralcı olmaları. Bunun haricinde başkalarının haklarına
saygılıdırlar fakat eleştirmekten çekinmezler. Toleranslıdırlar fakat kendi
özgürlüklerinin kıstılanmasına tahammül etmezler. Çatkapı bir Alman
arkadaşınıza gidemezsiniz, gitseniz de çok oturamazsınız, oturdunuz diyelim
ikramda bulunulacak diye bir beklentiniz olmasın. Ama iyileri de çok iyidir.
-Bir kitabın yazım aşamasını anlatır mısınız?
+Roman hazırlığı kısmını sanırım önceki
sorulardan birine cevap olarak verdim. Bir kere başladınız mı artık sizden
iyisi yok. Harika bir duygu. Hergün yazmak çok önemli, yazarken birkaç adım
sonrası ne olacağını bilmelisiniz, hatta kitabın nasıl biteceğini bile aşağı
yukarı biliyor olmalısınız. Kabaca romanı bitirdikten sonra dosya ile aranıza
bir mesafe koymalı, bir çekmecede hiç açıp bakmamak şartıyla kilitli
tutmalısınız (burda da biraz abartı var). Bir kaç ay sonra o romanı tekrar açıp
okuduğunuzda bir daha üzerinden geçip ayrıntılar, detaylar üzerinde
çalışırsınız. Sabırlıysanız aynı işlemi bir kaç ay sonra tekrarlamanızı tavsiye
ederim. İçinizdeki ses bitti dediğinde bu süreç biter.
-Yazarların iç dünyası biraz farklı olur,
empati gücü yüksek, daha hissiyatlı, her ayrıntıya dikkat edebilen, bir evin
dört farklı cephesinden bakan ve hayatı daha derin yaşayıp sorgulayan sizin
karakteristik özellikleriniz nasıldır, bu olmasaydı yazar olmazdım dediğiniz
bir şey var mıdır?
+Benim sakin küçük bir hayatım vardır, ne çok
gezen biriyim ne de öyle çok çevre edinmişimdir. Vaktimin çoğu evde geçer,
çoğunlukla yalnızımdır. Tüm bu negatif yönlere karşın küçücük detaylar
dikkatimi çeker, detaylara yoğunlaşırım. Detaycı ve çok fazla düşünen biri
olmak eskiden bana psikolojik olarak iyi gelmezdi. Fakat sonradan yazmaya
başladığımda bunu avantaja çevirdim. Yani öyle olduğunu düşünüyorum:)
- Farklı bir meslek yapıyor musunuz? Ya da
önceden yaptığınız bir mesleği bize söyler misiniz?
+Uzun yıllar mutfakta çalıştım. Ve çok severek
yaptım bu işi. Yemek yaparken yaratıcılığımı kullanabiliyor, gittikçe daha iyi
yapabiliyordum. Üniversitede fizik bölümünde matematik hocamız bir defasında
“Matematik bilen insanın mutfakta bulaşık yıkaması bile farklı olur” demişti.
Bir başka hocamız da “Her üniversite bitirenin okuduğu alanda kariyer yapma
zorunluluğu yok, keşke hayatın her alanında karşımıza çıkan insanlar yüksek
eğitim almış olabilseler, hayat daha iyi bir yer olurdu” demişti. Ben de bu
sözleri düstur edinip hayata çok farklı bir alanda atıldım. Mutfakta çalıştığım
dönemde aynı zamanda iş arkadaşlarımla ve müşterilerle de güzel bir diyaloğum
vardı. Hayatı orda tanıdım diyebilirim. Ayrıca metroyla işe gidip gelirken
kitap okumaya da vaktim olurdu.
-Neden yazarlığı seçtiniz? Aklınızda böyle bir
düşünce var mıydı yoksa hayat mı sürükledi sizi?
+Ben bunu çok istedim. Şöyle bir geçmişe dönüp
baktığımda o kadar yaşanmışlık var ki, üstelik bütün hepsini birebir benim
yaşamam da gerekmiyor. Anlatacak çok şey birikti. Bugün burada olmam, hayatın
bana getirileri tesadüf olamaz, yazmak benim misyonum diye düşündüm hep.
- En sevdiğiniz roman ve filmi bize söyler
misiniz?
+Avusturya kökenli Barbara Frishmuth’un Türk
kültürünü ve aleviliği konu edinen romanlarını okuduğumda çok etkilenmiştim.
Bir yazar bir başka kültürü romanlarına konu edinecek kadar nasıl tanıyabilir
diye şaşırmıştım. Türk yazarlardan da Nihal Yeğinobalı’nın romanlarını çok
severim. Çok farklı bir kalemi var. İngiliz klasiklerini çeviren yazarın kendi
yazdığı romanlarından birini okuma grubumuzda ayın kitabı olarak seçmiştik
fakat kitapları artık basılmıyor gibi bir izlenim edindik. Bence büyük kayıp.
Herkes okumalı.
“Hatırla Sevgili” diye bir dizi vardı yıllar
önce, severek izlemiştim. Oradan bir replik hala aklımdadır: “Söyleyecek bir
sözün varsa susmamalısın”
Bu söz yazarlık düsturum oldu.
-Kitaplarınız sizin hayatınızdan izler barındırıyor
mu? Sizi tanımayanlar kurgu olduğunu düşünebilir ama bana kalırsa her eser
yazarının bir parçasıdır. Sizin iç dünyanızı, yaşantınızı yansıttığını
düşünebilir miyiz, ne kadarı kurgu ne kadarı sizsiniz?
+Duygusal bir yıkım yaşadığım bir gündü. Arkadaşıma
dedim ki: Dinmek bilmeyen bir acı, yıllardır içimde taşıdığım bitmek bilmeyen
bir suçluluk duygusu... (O gün de biraz abartmıştım)
Sonra ayrıldık, eve geldim. Benim aklımda
sadece teatral bir tavırla söylediğim o iki çift laf var. Ben bu lafı ya birinden
duydum ya da bir yerde okudum diyorum. Kafamda dönüp duruyor, çıkaramıyorum.
Bir kaç gün sonra Berlin’de Sonbahar adlı romanımı elime aldığımda sayfaları
karıştırıp o satırları bulunca çok şaşırmıştım. Sorsanız Berlin’de Sonbahar’da
benden hiç bir şey yok derdim, oysa ki farkında olmaksızın bir acımı, bir hayal
kırıklığımı paylaşmışım. Okuyanlar acaba bunu hissettiklerinden mi bu kadar
sevdiler bu kitabı dersiniz?
-Kitap isimleri çok güzel, Berlin’de Sonbahar
ve Yasemin Sokağı artı kapak resmi de dikkat çekici, kitap adını nasıl
buluyorsunuz, her şeyin hikâyesi olduğuna inancımız tam?
+Beğendiğine çok sevindim. Ayrıca Yasemin
Sokağı’nın kapak resmini Berlin’de tanıdığım ve kalbimin bir köşesine
yerleştirdiğim ressam arkadaşım Cansu Ökmen hazırladı. Yurtdışında
arkadaşlıklar zor kurulur ve kıymetlidir. Berlin’de Sonbahar kitabımda adı
üzerinde bizim Türk camiası olarak yaşadığımız ve sevdiğimiz Berlin şehrini
anlatmak istedim. Derler ki Almanya başka, Berlin başkadır.
Yasemin Sokağı’nda ise bir göç hikayesi, göçün
neticesinde yaşanılanlar ve bugün ikinci vatan bellediğimiz ülkeye uyum
sürecimiz var. Kitaplarım sevildi,
okuyanlardan güzel yorumlar geliyor. Bütün bunlar beni mutlu ediyor.
-Almanya’ya gittiğinizde ilk zamanlar
yabancılık çektiniz mi? Kaç dil konuşabiliyorsunuz?
+Yabancı dil olarak sadece Almanca
konuşabiliyorum, İngilizce bilgim kulaktan dolma derecesinde kaldı. Hem Almanca
yazabilip hem de çeviri yapmayı hedef edindiğim için başka bir dil öğrenmeye
zamanım ve enerjim olmadı.
Yabancılık çektim evet. Özellikle de pazar
günleri boş sokaklarda dolaşırken sokakların genişliği, düzlüğü, tertip ve
nizamı, eski ve taştan yapılma bir örnek binalar daha çok gözüme batar, kendimi
yabancı hissetmeme neden olurdu. Ama evime girdiğimde her seferinde yuvama
dönmüş gibi olurdum. Almanya kapının dış tarafında kalır, içeri giremezdi.
Türkiye’de okulda öğrendiğim Almanca devede kulak gibi kalmıştı. Çok çaba
göstermem gerekti bugünkü durumuma gelebilmem için.
-Hiç ağlayarak yazdığınız bir eser oldu mu?
+Bazen şöyle olur: O kadar içten ve efor
sarfederek yazmışımdır ki kendimi evden dışarı atarım, nefes nefesiyimdir,
kalbim deli gibi çarparken derim sanki soyulur, soyulan çıplak cildime hava
değerken öyle bir canım acır ki...
-Kelimelerinizle bu kadar içten dokunuşlar
yapmayı, olayları birbirine bağlamayı nasıl başarıyorsunuz? Benim gözümde
Livaneli, Canan Tan, Elif Şafak kadar değerlisiniz. Kaleminiz gerçekten ayakta
alkışlanacak ve ödüllere layık görülecek nitelikte bunun farkında mısınız?
+Çok teşekkür ederim. Bu sözleri duymak ne
güzel. Galiba hocamın dediği gibi “Matematik bilmekten” ileri geliyor, ya da
yaza yaza kaleminiz daha iyi oluyor.
-Hiç ödül aldınız mı? Ödül alsaydınız neler
hissederdiniz?
+Henüz hiç ödül almadım fakat edebiyat camiasında
kabul görmek ve daha geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmak adına alabilmeyi
isterdim. Mütevazılık şiarımızdır. Ödül alsam da yolumdan şaşmadan yazmaya
devam ederdim.
-Gelecek nesile neler bırakmak istiyorsunuz?
+Hayalimdeki dünyada (yaşadığım yer itibariyle
Almanya’dan söz ediyorum) çok kültürlü, değerlerine sahip çıkan, kendini bilen
ama farklılıklara saygı gösterip birlikte yaşamayı da bilen bir nesil var. Bu
yüzden her kitabımda Almanya’ya göç eden veya çalışmaya gelen ilk nesilden bir
hikaye hep var. Ama karakterlerim aynı zamanda iki kültürün olumlu yanlarını
içinde barındıran, toleranslı insanlar. Kendi sentezlerini yapabilmişler.
- Gün içinde nelerle uğraşıyorsunuz?
+Kocaman bir ailem var. Evde çok yemek
pişiyor. Biraz yürüyüş, biraz kitap okumak için fırsat yaratmaya çabalıyorum.
Yazmak hep var. Son bir buçuk yıldır çeviri de yapıyorum. Yakında çevirisini
yaptığım iki güzel eser yayınlanacak. Heyecanla bekliyorum.
-Bir yazar yazar olabilmek için neler yapmalı,
gençlere tavsiyeleriniz neler?
+Çok okumak dersem gençler alınmasın ve
darılmasın. Klasikler başta olmak üzere her tür okunmalı, ta ki kendi
sevdiğiniz türü bulana kadar. Yazmanın bence bir okulu yok. Varsa da ben böyle
bir okula gitmedim. Ne biliyorsam okuduğum kitaplardan öğrendim. Okudukça iyi
romanı kötü yazılan romandan ayırabildim, bir romanda okurken beni boğan
öğeleri kendi yazdığım kitaplarda kullanmamaya dikkat ettim. Yazarlarla yapılan
röportajlar ya da kitap girişlerindeki kısacık yaşam öyküleri de oldukça ilham
verici. Bakıyorsunuz hiç bir yazarın hikayesi, yazma yolculuğu diğerine
benzemiyor. Bir gün kendi yolculuğunuza çıkıveriyorsunuz.
-Hiç kötü eleştirilere maruz kaldınız mı,
bunun üstesinden nasıl geldiniz?
+Eleştirileri iyi ve kötü diye ayırt
etmiyorum. Hepsi değerli. Her okuyucu hazır olduğu ölçüde kitapta vermek
istediğinizi alabiliyor.
-Bir yazarın kendini yazar gibi hissettiği an
nasıldır?
+Bir gün geldi artık ben bu konuya takılmayı
bıraktım. Yazmak hayatımın ayrı düşünülemez bir parçası oldu ve ben iyi
yazabildiğimi biliyorum. Beni insanlar yazar olarak kabul eder mi, yazdıklarımı
okumaya değer bulurlar mı, bunları geçtim artık. En büyük eleştirmenim yine
benim. Benim içime sindiyse yazdıklarım olmuştur.
-En sevdiğiniz yemek, tatlı ve içeceği
sormadan geçemeyeceğim?
Kahve ve yeşil çayı şekersiz içerim ama tatlı
severim, mesela az şekerli kabak tatlısını. Zeytinyağlıları severim, bir de
ezmeleri, soğuk yemekleri, mezeleri...
-Türkiye’nin en çok neyini ve hangi şehrini
özlediniz?
+Sahil kasabalarında gezinirken tezgahlarda
incik boncuk bakmayı özlemiş olabilirim. Vapura binmeyi, simit yemeyi, çarşı
pazar dolaşmayı ve daha bir sürü şey...
-Günümüz kitapları ve filmlerini eskisi kadar
başarılı buluyor musunuz?
+Evet tabii ki, üretilen her şeye saygım var,
neticede hepsi emek içeriyor. İyi işler de çıkıyor aralarında.
-Kaleminizi bırakmayıp kitaplarınızda bizleri
bu güzel cümlelere layık gördüğünüz için teşekkür ederim, Sıradaki kitabı
bekliyor olacağım. Verdiğiniz cevaplar için de teşekkür ederim. Sağlıcakla
kalın.
+Asıl ben çok teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.
Kommentare
Kommentar veröffentlichen